5 Ocak 2016 Salı

"MACIN KAYNATMA ŞENLİKLERİ" FOTOĞRAF SERGİSİ

         
           Biraz gecikmiş bir yazı yazıyorum bu sefer; geçen haftalarda hazırlık aşamasında yer aldığım bir serginin yazısı bu.
           22 Aralık Salı günü Yemek Yazarlığı dersimizi sınıf ortamında işlemedik. EFSAD (Eskişehir Fotoğraf Sanatı Derneği)’nin derneğinin düzenlediği Taşbaşı Kültür Merkezi’nde olan “Macın Kaynatma Şenlikleri” Fotoğraf Sergisi’nin kurulumuna sınıf arkadaşlarımla birlikte yardım ettik. Bu sırada çektiğim fotoğrafları aşağıda sizinle paylaşıyor olacağım.

           Sergide dikkatimi çeken noktalar; unutulmaya yüz tutmuş bir lezzet olan macın pekmezinin gün yüzüne çıkarılma çabası ve sergide olan fotoğraflarda gördüklerim ise hâlâ bir yerlerde sıcak, sevecen insanların bulunduğu; imece usulünün kabul gördüğü köylerin var oluşu. Tarihimizin ve lezzetlerimizin kaybolmaması dileğiyle…





 





8 Aralık 2015 Salı

SOMONUN DA TAM MEVSİMİ !


                  Merhaba Sevgili Okurlar;
         Bu yazımda sizlere bir balık tarifi vereceğim hazır tam da mevsimiyken. Bilmem siz balık sever misiniz evet, dürüst olmak gerekirse ben pek balık yiyen birisi değilimdir. Ama ilginçtir ki bu yemeği hem çok eğlenerek yaptım hem çok iştahla yedim. E hâl böyle olunca sizlerle de paylaşmak istedim.
                Malzemeler:
ü  1 adet fileto somon
Marine malzemeleri;
ü  1 çay bardağı sıvıyağ
ü  ½ çay kaşığı karabiber
ü  1 çay kaşığı tuz
ü  ¼ kuru anason yaprağı
ü  ½ limonun kabuğu (beyaz kısımları alınmış)
Sos malzemeleri;
ü  1 yemek kaşığı tereyağ
ü  2 diş sarımsak (ince doğranmış)
ü  4 adet kültür mantarı (kabuğu soyulmuş-çok ince doğranmış)
ü  1 yemek kaşığı un
ü  1 yemek kaşığı biber salçası
ü  1 çay kaşığı tuz
ü  ½ çay kaşığı karabiber
ü  ½ çay kaşığı kimyon
ü  1 kutu krema
Garnitür malzemeleri;
ü  1 tane küçük boy kereviz (kabuğu soyulmuş, doğranmamış)
ü  ½ limon
ü  2 su bardağı su
ü  1 diş sarımsak (ince doğranmış)
ü  1 tutam dereotu (ince kıyılmış)
ü  1 tutam maydanoz (ince kıyılmış)
ü  2 yemek kaşığı zeytinyağı
ü  ½ çay kaşığı tuz
Yapılış aşamaları:
·         Somon dilimi bir kaba alınır, marinasyon malzemeleri eklenir, üzeri streç filmle kapandıktan sonra yarım saat marine olması için beklenir.
·         Kereviz limonla birlikte ufak bir tencereye alınır,  üzerine su ilave edilir, haşlanması için orta ateşe konur.
·         Tereyağ bir tavaya konur erimesi için ocağa alınır. Yağ eridikten sonra sarımsak ve mantar eklenir, kavrulur.
·         Önce un sonra salça eklenip kavrulur. Tuz ve baharatlar eklenir, karıştırılıp ocaktan alınır.
·         Sos çabuk soğuması için tavadan bir tabağa alınır. Bir miktar soğuduktan sonra içerisine parça parça krema eklenir. Dökülebilecek bir kıvama gelinceye kadar krema eklenmeye devam edilir.
·         Izgara tava yüksek ateşte ocağa konur ve iyice kızması beklenir. Tava yeterince kızdıktan sonra somon marine kabından alınır ve tavaya konur. İlk önce bir yüzünün pişmesi beklenir, bu sırada somon asla çevrilmez. 3-4 dakika piştikten sonra bir maşa yardımıyla diğer yüzünün pişmesi için çevrilir. Somon piştikten sonra tavayla birlikte ocaktan alınır.
·         Haşlanmış olan kereviz parmak şeklinde kesilir. Bir kaba sarımsak, dereotu, maydanoz, zeytinyağı ve tuz alınır, karıştırılır. Kesilmiş olan kereviz dilimleri de eklenip karıştırılır.
·         Somon dilimi bir tabağa alınır, üzerine sosu gezdirilir, yanına da kereviz koyulup servis edilir.
Afiyet olsun… J

7 Aralık 2015 Pazartesi

İTALYAN MUTFAĞININ MİHENK TAŞI; RİSOTTO

Bir İtalyan klasiği olan risotto, kendine özgü pişirme tekniği olan bir pirinç yemeğidir. Pirinçlerin nişastalarını salmaları sonucu oluşan kremamsı sosu, risottoya karakteristik özelliğini verir.
Yüzlerce versiyonu bulunan risottolar arasında en ünlü olanlarından birinin, Risotto alla Milanese (Milano usulü risotto)’nin tarihçesi de oldukça ilgi çekici.
1574 senesinde Milano’daki ünlü Duomo katedralinin inşasında görevli cam işçilerinden biri, bir başka camcının kızı Valerio Di Fiandra ile evlenecektir. Damadın lakabı, cam işlemelerinde altın yaldız kullanmayı çok sevmesinden ötürü, İtalyanca’da safran anlamına gelen Zafferano idi.
Ne yazık ki Valerio’ya aşık olan bir başka erkek daha vardı. İki sevgilinin düğün yemeklerinde öfkeden köpüren ve intikam almak isteyen adam, şölen için hazırlanmış risottonun içine bir avuç safran atıverdi. Ne var ki işler hiç de beklediği şekilde gelişmedi; tüm davetliler safranlı pilava bayıldı, ve o gün bugündür safranlı risotto, Milano’nun tipik bir yemeği haline geldi.
Şimdi de hadi gelin risotto yapmanın püf notlarını inceleyelim;
·         Risotto yaparken kullanılacak pirinç türü Arborio pirinci olmalıdır.
·         Risotto aromalı bir pilav çeşidi olduğundan yemeğe lezzet verici işlemler mutlaka yapılmalıdır. Bu işlemlerden kastım; soğanın tereyağında kavrularak yumuşatılmasıdır fakat renginin değişmemesine çok dikkat edilmelidir.
·         Ardından pirinç eklenir, rengi saydamlık kazanıncaya dek iyice karıştırılır. Pirincin yağa bulanması, nişasta salması bakımından önemlidir. Risotto ustaları, bu noktanın önemle altını çizer.
·         Bu işlemden sonra et suyu veya şarap azar azar eklenir -her defasında yarım fincan kadar-.
·         Sıvı eklendikçe risotto devamlı karıştırılmalıdır. Bu işlem, yaklaşık 20-30 dakika sürer. Karıştırmak hem yemeğin yanmasını engeller, hem de risottoyu risotto yapan sosun oluşmasını sağlar.
·         Risotto pişer pişmez, ısıtılmış tabaklarda servis yapılmalı, asla yeniden ısıtılmamalıdır. Tatlandırmak için rendelenmiş parmesan peyniri, kıyılmış maydanoz ve fesleğen kullanılabilir. 

DERSİMİZ:YEMEK YAZARLIĞI !



Hiç yemekle edebiyatı aynı noktada düşündünüz mü, bu iki sanat dalının etkileşimini ?

İşte Yemek Yazarlığı dersi bize bunu öğretiyor sevgili okurlar. Evet, belki ilk başta zorlandık, bloğumuzu nasıl düzenlememiz konusunda pek bir fikir sahibi değildik. Ama gün geçtikçe her hafta yeni konular, yeni yazılar oluşturdukça ve bu yayınları bloglarımıza ekledikçe olay gayet güzel ve eğlenceli bir hâl almaya başladı.
Yemek de edebiyat da günlük yaşantımızda sürekli karşılaştığımız olgular fakat çoğu kez bu olguların ayrıntılarına varamıyoruz. Yemek Yazarlığı dersi bize günlük yaşamımızın farkına varmayı öğretti.
Dersin, arkadaşlarımın ve ders hocam Osman GÜLDEMİR’in bana kattıkları sadece bir dönemlik artılar değil tüm hayatım boyunca başım sıkıştığında kullanabileceğim türden artılar oldu. Teşekkürler… J

17 Kasım 2015 Salı

HELVA; NEREDEN NEREYE ?

                    Helva, Türk kültüründe ne kadar büyük bir öneme sahip, değil mi ? Günlük yaşantımızda helvayla çok sık karşılarız; düğünlerde, ölümlerde, doğumlarda, kutlamalarda ve daha birçok yerde…
                Peki helva nereden gelmiştir, bizim kültürümüze nasıl dahil olmuştur ? Acaba bunu kaçımız biliyor ?  Hadi gelin, hep birlikte helvanın tarihçesine bir göz atalım.
                Öncelikle helva kelimesinin kökenine bakacak olursak Arapça kökenli olup; tatlı, şirin, güzel anlamlarına gelen “hulv” sözcüğünden türediğini söyleyebiliriz. Tabii bu bilgi bazı kaynaklarda “halwa” olarak karşımıza çıkmaktadır.
                Helvanın dünyada ilk yapıldığı bölge Ortadoğu ve Balkan ülkeleri olup, Türk, Arap ve Yahudi toplumlarının yaşadığı bölgelerin tümünde de helvaya rastlamak mümkündür. Helva, Türk yemek kültürüne Türklerin İslamiyet’i kabul etmeleriyle dâhil olmuştur. Çünkü helva daha çok Arap kültüründe yaygın olan bir yiyecektir.
                Türkler, yani Osmanlı helvayı kültürlerine kattıktan sonra sadece yemek-tatlı değeri yüklemeyip helvaya sosyolojik bir değer de kazandırmıştır. Helvayı o kadar değerli hale getirmişlerdir ki günlük hayatlarının her alanında kullanmaya gayret göstermişlerdir. Osmanlı’da helvanın kullanıldığı yerler saymakla bitmez; doğum, ölüm, Hac ibadeti, asker uğurlama, Hıdırellez, Çiğdem Düğünü (çiğdemin ilk görüldüğü gün), Yoğurt Bayramı (kuzunun sütten kesilme günü) vs…
                Bir de helvanın Osmanlı’daki önemini daha iyi kavramamıza yardımcı olan şu var ki, o da Helva Sohbetleri. Bu sohbetler halkın kendi arasında yapılabildiği gibi sarayda üst tabaka insanların katılımıyla bir tören şeklinde de gerçekleşebilmekteydi. Hatta bu sohbetler şu an ismini bildiğimiz birçok aydının yetişmesinde büyük rol oynamıştır. Divan Edebiyatı sanatçılarından Nedim bu sohbetlerde kendini tanıtmış ve ün kazanmıştır.
                Helvanın kendisi kadar yapımı da büyük önemle olurdu. Kullanılan malzemeler Girid, Eflâk, Boğdan, Kefe ve Mısır’dan getirtilirdi. Süt helvahaneye (helvanın yapıldığı yere verilen isim) üzerinde Sultan l. Ahmet Tuğrası’nın bulunduğu güğümlerle taşınırdı.
                Osmanlı İmparatorluğu’nda çok önemli bir gıda ürünü haline gelen helva, 16. yüzyılda Osmanlı sınırları içinde kalan Kuzey Afrika ve Balkan ülkelerinde bugün bile “Türk Helvası” adı ile yapılıp tüketilmektedir. Günümüz Türkiyesi’nde helva halen yapılmaktadır ancak beslenme alışkanlıklarındaki değişimlerden ötürü un ve nişasta helvalarının yerine irmik ve tahin helvası geçmiştir.
                Sözün özü zamanın getirdiği ufak tefek değişiklikler dışında helva yüzyıllardır Türk kültüründeki yerini çok sağlam bir şekilde korumuştur. Böylesi güzel ve köklü bir yiyeceği hiçbir zaman kaybetmeyelim sevgili dostlar…

21 Ekim 2015 Çarşamba

PAZARDA DÜĞÜN VAR

     Pazar deyince aklınıza ne geliyor ? Benim aklıma; samimiyet, hoşgörü, alışveriş, mutlu yüzler, ekmek parası, aile sıcaklığı, mahalle kültürü ve daha nicesi...
     Şu anki yaşamımızda çoğu kişi tarafından pazar kültürü pek bilinmese de hâlâ bu değerin kıymetini bilen güzel insanlar var, çok şükür ki var. Ben de annem sayesinde pazar kültürüyle büyümüş bir çocuktum. Çocukluğumda annemle her cuma mahallemizde kurulan pazara giderdik. Pazara gittiğimizde ilk başta korkardım pazarcı amcaların seslerinden. Ama sonra alışınca hoşuma gitmeye başlardı, pazarcı amcalar annem onların tezgahlarından alışveriş yaparken bana da hediye olarak sattıkları meyvelerden verirlerdi, yolda yiyeyim diye. O meyve diğer yediğim meyvelerden o kadar lezzetli gelirdi ki, tarifi yok.
     Maalesef ki yaşam koşullarından dolayı artık pazara gidemez oldum. Geçen gün bir fırsat yaratıp pazara gittim. Baktım ki her şey aynı, aynı çocukluğumdaki gibi. Yine gülen yüzlü pazarcı amcalar -hâla pazarcı amca diyorum çünkü her şey eskisi gibi-, yine annesinin elinden tutmuş korkarak yürüyen ama bir o kadar da meraklı çocuklar.
   
     Tezgahlar o kadar renkli ki adeta düğün var, tezgahın üzerindekiler en güzel kıyafetlerini giyip gelmişler; meyveler en renkli, en canlı elbiselerini giymişler, domatesler can alıcı kırmızlıklarıyla arz-ı endam ediyorlar, zeytinler simsiyahlar ama siyahın zarafetiyle çok asil gözüküyorlar. Tüm pazar çok renkli, çok çeşitli, çok bereketli...
     Bu eşsiz, nadide, güzel kültürümüzü kaybetmemek adına pazarlara gidelim, pazarcı amcalarla sohbet edelim, aldığımız en taze sebze mevyeleri evimizde ailemizle, eş dostla keyifle yiyelim. Pazarlar, mahalleyi bir arada tutan değerlerden biridir. Bu değeri kaybetmemek dileğiyle...  

20 Ekim 2015 Salı

YEMEK YAZARLIĞI DERSİNDEN EKLEKTİK YAZILAR

                                            
     Dışarı çıktığımda herkes bir yerlere koşturuyordu, bu koşuşturma içerisinde yemeği de ihmâl etmiyorlardı. Kimi güzel bir mekâna oturmuş, mükellef bir kahvaltı yapıyordu; kimi işe geç kalmamak için otobüse koşarken bir yandan da elindeki gevrek simidi yudumluyordu. İşte hayat buydu; insanlar ne olursa olsun yemekten vazgeçemiyordu. İnsanlar otobüse biniyordu. O sıkışık otobüste elindekini yemeye devam ediyordu. bir yandan da işe yetişmeye çabalıyorlardı. 
    İnsanoğlu ne olursa olsun yemek yemeden yaşayamaz. Ama yemek yemek ne kadar hayat koşturmasının içinde olsak da aceleye gelmez, gelemez. Yenilen yemeğin, içilen içeceğin vücudumuzda bir etkinliğinin olduğunu düşünerek beslenmeli ve bunu alışkanlık haline getirmeliyiz.